“AŞK” – Hep Var ve Hep Bizimle

Aşk bazen maruz kaldığımız bir olgu, bazen idrak etmekte zorlandığımız karmaşık bir ide, bazen de hayatımızı kökten değiştiren bir varoluş, bir yeniden doğuş olma özelliğini taşır. Kısacası aşk hepimizin hayatlarına pratik veya teorik bir şekilde en azından zamanın bir noktasında dokunmuştur. Aşkı bazen bizzat yaşayarak bazen de unutulmaz bir roman karakterinin deneyimleri üzerinden veya aşka teslim olmuş şairlerin buruk mısraları aracılığıyla deneyimleriz. Tartışmasız olarak aşk konusundaki pratik ve teorik edinimlerin hepsi kendi içinde fazlasıyla kıymetli ve özel bir yerde durmaktadır. Her insanın en temelde kendine özgü bir şekilde yaşadığı ve yaşattığı yüce bir duygudur aşk. Aşkın bizi sürüklediği gizemli patikalarda bazılarımız terk etme ve terk edilme arasındaki ince çizgi arasında mekik dokurken, bazılarımız ise bir ömür boyu sürecek olan bir birlikteliği ayakta tutar.

Aşkın Tanımları

Aşk olgusu bireyde psikolojik, nörolojik, sosyal ve kültürel etkenlerin bir araya gelerek tezahür ettiği fazlasıyla karmaşık bir örüntüye dayanır. Söz konusu karmaşıklığın temel sebepleri arasında aşkın tanımının ve yaşanma şeklinin bireyden bireye değişiyor olması ve dolayısıyla öznenin nesneye atfettiği özelliklerin esasen mutlak bir sübjektiviteye (öznelliğe) dayanması yer almaktadır. Bunun asıl nedeni ise süjenin (öznenin), nesneleri ile kurduğu ilişkilerinin en temelinde bilinçdışında kurgulanmakta olan çeşitli prensip ve mekanizmaların varlığı yatmaktadır. Her bireyin bilinçdışı gerçekliği kendisine özel ve tamamen özneldir. Diğer taraftan aşkı tanımlamak gerekirse aşk; temel anlamda bir bireyin bir başka bireyi fazlaca düşünmesi ve ona karşı tutkulu ve aşırıya kaçan bir sevgi bağı kurması olarak tanımlanabilir.

Diğer taraftan, aşkın ikili bir doğası olduğu belirtilmelidir. Aşk kimi zaman empati, fedakârlık ve şefkate dayanırken kimi zaman da insanların içindeki yıkıcı güdüleri ortaya çıkartarak cinayet ve intihar gibi olguların da doğrudan veya dolaylı olarak sebebi olabilmektedir. Bu sebeple aşk hafife alınabilecek basit bir duygu değil; bireysel, toplumsal ve kültürel bağlamda çok ciddi etkileri ve sonuçları olan bir olgudur. Aşk, insanın varoluşunun hem bir nedeni hem de bir sonucu olması itibariyle fazlasıyla özel bir noktada bulunmaktadır. Yüzyıllar boyunca birçok edebiyatçı, felsefeci ve bilim adamı kendilerini aşkın formülünü, tanımını ve işleyiş mekanizmasını bulmaya adamıştır. Fakat yüzyıllar öncesinden günümüze kadar hiç kimse mutlak bir aşk tanımı üzerinde kati bir uzlaşmaya varamamıştır.

Aşk fizyolojik olarak hormonel ve nöronal düzlem dahilinde tezahür ediyor gibi gözükse de aynı zamanda özellikle bilinçdışı yapılanmayı ve içsel süreçleri de içine alan karmaşık bir olgudur: Bu sebeple, dünya üzerinde ne kadar kişi varsa o kadar da sevme çeşidi mevcuttur. Bu nedenle aşk denilen olgu yapısı gereği bir mutlaklık, nesnellik, evrensellik, genel geçerlik konseptlerini tam anlamıyla içeremez. Buna rağmen nöroanatomi, nörofizyoloji, nörofarmakoloji gibi modern fen bilimleri branşları, aşkın Homo sapiens türünün beyin ve sinir sistemi yapılamasındaki etkilerinin ve mekanizmalarının nörotransmiterler, sinaptik yapılar, hormonlar, vb. fizyolojik unsurlar bazında açıklanabileceğini vurgulamaktadır.

Sonuç olarak aşkın kökeni varoluştaki eksikliğin ve soğukluğun yerine ötekini koyma girişimine dayanmaktadır. Aşk, anlamsızolan bir dünyada bir anlam kurgulama sanatıdır. Bu sebeple kurgusal bir varlık olan insanın yarattığı senaryolar ve bu senaryoların içinde rol alan figürler de kişisel geçmiş, zaman, mekân, vb. unsurlar bazında değişkenlik göstermektedir. Dolayısıyla ‘’aşk’’ denilen şeyin mutlak bir tanımı yoktur. Aşk, her bireyin kendi içsel ve öznel dünyasında kurgulamış olduğu bir gerçekliktir. Aşk aslında hiçbir tanıma, modele veya kurama sığmayan, insanın benliğinden ötekine taşan, dile getirilemeyen ve dilde işaretlenemeyen fakat yine de bir şekilde, bir yerde ve bir zamanda ‘’o kişiye’’ ulaşmak için kaçınılmaz olarak dışa vurulacak olandır. Bütün mantıkların ve tariflerin dışında, herkesten ve her şeyden uzakta, sadece onda olan ve onda kalandır.

SONUÇ: ‘Aşk, eksik olan ve eksik kalan’dır.

Özel Not: Sevgili Murathan Demiriş’e Yüksek Lisans Tezinden bazı bölümleri bu yazıda yayınlama izni vermiş olduğu için teşekkür ederiz. Tezin tamamına ulaşmak için ilgili linke tıklayınız.

https://www.researchgate.net/publication/349732112_Eksik_Olan_Ask_Uzerine_Psikanalitik_ve_Felsefi_Bir_Inceleme_-_Murathan_DEMIRIS

Facebook
Twitter
LinkedIn

Duygusal Etki ve Nöropazarlama

Duygusal etki, bir kişinin duygusal durumunu değiştiren veya etkileyen herhangi bir uyarandır. Pazarlama bağlamında, duygusal etki, bir markanın veya ürünün, tüketicinin duygusal tepkilerini uyandırma gücüdür. Bu etkiler, pozitif ya da negatif olabilir, ancak genellikle olumlu duygusal yanıtlar hedeflenir. Örneğin, bir reklamın neşelendirici veya ilham verici bir duygu yaratması, o markaya karşı olumlu bir bağ kurulmasına yardımcı olabilir.

Nöropazarlama ve İlkel Beyin: Tüketici Davranışlarını Anlamak

Nöropazarlama, insanların satın alma kararlarını nasıl verdiklerini anlamaya yönelik bir araştırma dalıdır ve bu alandaki çalışmalar, beynimizin işleyişini inceleyerek markaların daha etkili pazarlama stratejileri geliştirmelerini sağlar. Bu yazıda, nöropazarlamanın temel prensiplerini ve “ilkel beyin” kavramını keşfedeceğiz.

Beyin Dostu Evler

Son yıllarda nöropazarlama, tüketici davranışlarını anlamak ve etkilemek için kullanılan önemli bir araç haline geldi. Ancak, nöropazarlama yalnızca tüketici ürünleriyle sınırlı kalmadı; emlak sektörü de bu yenilikçi yaklaşımı benimsedi ve nöro-emlak kavramı ortaya çıktı. Peki, nöro-emlak nedir ve bu yaklaşım gayrimenkul sektöründe nasıl devrim yaratabilir? Bu yazımızda, nöro-emlak kavramını ve gayrimenkul pazarlama dünyasında nasıl kullanıldığını inceleyeceğiz.